İskân Kanunu, sürgün ve “af” sorunsalı
“AF” ve “İSYAN” söylemlerini dilimizden söküp atalım. Toprağa kefensiz düşen atalarımızın kemiklerini sızlatmayalım; ayıptır, günahtır!
Şükran Lılek YILMAZ
Doğduğumuz coğrafyada, yakın bir zamana kadar bırakın doğum günlerini, yılın dahi bir önemi yoktu. Sadece erkek çocuklarının askerlik gibi resmi yükümlülüğü nedeni ile doğum yılı önem arz ederdi, o da daha çok birkaç yaş küçük yazdırılarak çözülürdü ki erkek çocuklar askere gidinceye dek iş gücüne katkıda bulunulsun istenirdi.
Yazı dili olmayan bir kültürel topluluğun üyeleri olarak sözlü aktarım geleneği önem arz ettiğinden tüm önemli anlar da bulunduğu anın toplumsal olayları ile tarihlendirilir. Dolayısıyla çocukların doğum tarihleri de doğdukları anın özel durumları ile özleştirilir ve bu şekilde gelecek nesle aktarılırdı. Örneğin doğum yapan kadınlar çocuklarının doğumlarından bahsederken “Roce Xızır bi/Xızır oruçlarıydı”, “Waxtê cünun bi/Harman zamanıydı”, “Piye to eskeriye de bi/Baban askerdeydi”, “A serre 4 m. vorı vare/O sene 4 metre kar yağdı” diyerek zamanı tarihlendirilir.
Tarihlendirmede kullanılan toplumsal olaylar sıradan olabileceği gibi o toplumun hafızasında onarılmaz derin yaralar açmış olan travmatik olaylar da olabilir. Örneğin; Dersim kırımı, sürgünlerin memleketlerine dönmesi, askeri darbe vb. Genelde yaşandığı dönemin anlatımı ile şekillenen ve toplumsal hafızayı oluşturan bu bilgiler nesilden nesile aktırılırken elbette tarihsel bağlamında, koşullara göre değişime uğrar. Olayların yaşandığı dönemden uzaklaştıkça ve bilginin yeni şekliyle kayda alınması, örneğin sözlü anlatımdan yazılı anlatıma geçilmesi ya da değişen sosyal ve siyasal koşullar ister istemez bilgiyi de değişime uğratmaktadır. Bilgideki bu değişimler sözcük bazında olabileceği gibi olaylara ait yazılı döküman ve arşivlerin ortaya çıkarılması ile olayların tarihsel gelişimi bazında da olabilir.
Örneğin, 1938 Dersim Tertelesi’nde o kadar yoğun devlet propagandası yapılmıştır ki bugün sadece tüm Türkiye değil Dersim’in önemli bir kısmı da Dersim’de isyan olduğuna inanır. Oysa günümüzde yapılan araştırmalar sonucu ve bazı arşivlerin ortaya çıkışı ile “Dersim isyanı” yerine bir soykırımdan bahsedilmesi gerektiğini biliyoruz. Aynı zamanda Dersim’de bir çok yaşlı bireyin hafızasında; “Devlet af çıkardı, sürgünler köylerine döndü” söylemi öyle güçlü yer alır ki devletin yürüttüğü bu güçlü propagandalar sonucunda Dersimlilerin çoğu atalarının gerçekten “isyan ettiği” için katledilmeyi hak ettiğine, sağ kalanların ise sürgünle cezalandırıldığına inanırlar.
Dersim’de sürgünlerin yurtlarına dönmesi “AF” olarak dillendirilse de gerçekte; 1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunu ile sürgün edilen insanların, yine aynı kanunda 1947 yılında 5098 sayı ile yapılan değişiklikle köylerine dönebilme yolunun açılmasıdır. Ve böylelikle Türkiye’nin dört bir yanına sürülen Dersimlilerden bir kısmı 1947 yılında ana yurtlarına dönebilmiştir.
2013 yılında bende oluşan bu farkındalıkla olsa gerek, Dersimli olsun olmasın; araştırmacı, yazar veya aydınların “Af çıktı, sürgünler köylerine döndü” sözünü kullandıkları dikkatimi çekiyor.
Oysa nasıl “Dersim isyanı” yerine Dersim Tertelesi ya da Dersim kırımı diyorsak ‘’AF’’ sözünü de kullanırken dikkat etmeliyiz. Zira eğer biz, atalarımıza yapılan zulmün ardından “Çıkan afla sürgünler köyüne döndü” demeye devam edersek TC Devleti’nin, ulusal ve uluslararası arenada sürdürmeye çalıştığı “Dersimliler isyan etti, biz de bastırdık” söylemini kabul etmiş oluruz. Bunu yapmayalım, “AF” ve “İSYAN” söylemlerini dilimizden söküp atalım. Toprağa kefensiz düşen atalarımızın kemiklerini sızlatmayalım; ayıptır, günahtır!
Sosyal medyada paylaşın