DÜZGÜN BABA İNANÇ VE KÜLTÜR ETKİNLĞİ

DÜZGÜN BABA İNANÇ VE KÜLTÜR ETKİNLĞİ

Sevgili Dersimliler ve Dersim Dostları, 19. DÜZGÜN BABA İNANÇ VE KÜLTÜR ETKİNLĞİNE Hoş geldiniz
Biz ağırlıklı olarak Avrupa’da çalışmalar yürüten ve yüzü Dersim’e dönük bir kurumuz. 80 ́ li yılların ortalarına doğru örgütlenmeye başlayan Diaspora Dersimlilerinin, 2006 yılında kurmuş oldukları çatı örgütü olan Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG) nin sizlere selamlarını ve aşkı muhabbetlerini getirdim.
Bugün burada Düzgün babaya niyaz adamak, Dersim kılamlarını hep beraber söylemek, Xızır’ın Kırmancki/Zazaca dilini konuşmak ve tarihsel geleneklerimizi yasatmak için bir aradayız.
Dersim birçok kavme, medeniyete ve inanca beşiklik etmiş bir kaledir. Düzgün Bava, Xızır, Munzur
Bava, Anafatma, Buyere “Jiar u Diyar “topraklarını mekan eylediler. Buradan yükselttiler yetmiş iki
Milletin Türküsünü. Kırmanciye Beleke dedikleri renga renk çiçeklerle bezeli bu insanlık bahçesini koruyup, besleyelim; sulayıp zenginleşmesine katkı sunalım!
Değerli canlar,
Bugün biliyoruz ki inancımız ve İnanç alanlarımız tehdit altındadır. Dağlarımız Maden şirketlerinin ablukası altındadır. Doğamız ve yaşam alanlarımız Adeta işgal altındadır. Coğrafyamız insansızlaştırılarak demografik yapısı değiştirilmek istenmektedirler .
Biz Avrupa dersim dernekler Federasyonu temsilcileri ve taraftarları olarak, tüm dersim kurumlarına ve dersimlilere huzurlarınızda bir kez daha seslenmek istiyoruz!
Gün ayrı durmak değil ortak mücadele günüdür, Gün dersime sahip çıkma günüdür, Gün inancımız olan Raq haqq ve Jiar u Diyarlarımıza sahip çıkma; Gün dilimize ve kimliğimizi sahiplenme günüdür diyoruz.
Dersim elden gidiyor!
Yarın çok geç olmadan gelin duygularımızı, amaçlarımızı, hedeflerimizi, acılarımızı, aklımızı, vicdanımızı ve mücadelemizi ortaklaştıralım. Dersimin geleceğini ortak mücadele ile şekillendirelim.
Biliriz ki Dersim bizim kutsal toprağımızdır. Onun yok edilmesi, bizlerin yetim kalması demektir.
Biz bir Avrupa örgütlenmesiyiz, ancak kurulduğumuz günden beri bir yanımız daima Dersim oldu. Yok edilmek istenen dillerimiz, kimliğimiz ve kişiliğimizi yasatmak ve uluslararası platformlara taşımak için önemli görevler üstlendik ve sesimizi yükselttik. Basta Dersim 37/38 Sözlü Tarih Projesinin, Dünyanın en büyük tarihi soykırımlar Arşivine sahip olan SHOAH vakfı arşivine alınması olmak üzere önemli tarihi adımlar attık. Tarihte ilk kez bir Resmi kurumun (Berlin Friedrichshein-Kreuzberg Belediyesi) TERTETE 38´i tanıması ve yüzleşilmesinin gerekliliğine vurgu yapması, çalışmalarımızın an itibari ile gelmiş olduğu aşamadır. Bu tarihsel adımı sizlere ve Dersim TERTELE´sin de yitirdiğimiz masum u paklarımıza ulaştırmış olmanın gururunu yaşıyoruz. Sizden aldığımız güven ile yürüttüğümüz uluslararası diplomatik girişimlerimizi, hukuk ve adalet arayışımızı sürdüreceğiz!
Bu etkinliği düzenleyen Nazimiye belediye başkanı sayın Cafer Kırmızıçiçek ve tertip komitesi nezdinde, sanatçılarımızı ve emek veren herkese sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Munzur özgür Akacak, akmaya devam edecek diyoruz.
Bize verdiğiniz destek ile kutsal topraklara hizmet ettik, etmeye devam edeceğiz.
FDG – Yönetim Kurulu 29 Temmuz 2023

Kundgebung Sivas 30. Jahrestag

Madımak da yaşamını kaybeden canlarımızı Berlin ́de 30. yılında yoğun bir katılımla andık.
*”Dewleta Tırki ver ra ve nıka zalıme biye, barbare biye, gonewere biye. Pêê qul weşnayena Sevaji ‘93ine de Dewleta Tırki biye.
Qırkerdena Koçgiri’ 21ine de, Tertelê Dêsım ‘38i de, Qırkerdena Maraşi’ 78 de,Qırkerdena Çorumi ‘80 de, Qırkerdena Roboski’ 11ine de, Xovirardena Gezi ‘13ine de ki Dewleta Tırki biye.
Ma kerdenanê na dewleta barbare xovira nêkenime!
Gereke Devleta Tırki endi vengê ma bıheşno, hesav bıdo. Edelet wazenimeme, ewro na ruval ra itarime.
Zulmo ke Sevaj de biyo xovira nêkenime.’
———————————–
Madımak da yaşamını kaybeden canlarımızı Berlin ́de saygıyla, sevgiyle ve hasretle andık.
AABF ́nin çağrısı ile düzenlenen anma etkinliğine Siyasi parti temsilcileri, AABF yöneticileri, Berlin Alevi dernekleri, diğer sivil toplum kuruluşları ve basın yoğun ilgi gösterdi. Katliamı yapan ve yaptıranlar lanetlendi.
Yürüyüş Hermannplatz” dan başladı:
AABF ve Berlin Cem Evi “nin organizesi ve Kardeş Dernekler platformunun desteği ile düzenlenen yürüyüş Hermannplatz meydanından başladı. Etkinliğe binlerce katılım oldu.
AABF İnanç Kurulu Başkanı Celal Keykubat Dede,
AABF Yönetim Kurulu Üyesi Avukat İbrahim Emre,
Berlin Cem evi Başkanı Dr. Yüksel Özdemir,
Berlin Eyalet Parlamentosu Başkan Vekili Dr. Bahar Haghanipour” in,
Sol Patiden Sevim Dağdelen ve Pascal Meiser,
SPD “den Hakan Demir ve Derya Türk-Nachbaur,
AABF Kuzey Bölgesi Genel Sekreteri Hüseyin Kaya Turan,
Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu Başkanı Kemal Karabulut,
Sivaslı Canlar Derneği Başkanı Cemal Boyraz
BDAJ Almanya adına Dilan Güler,
BDAS Almanya Eşit Başkanı Melinde Özgül birer anma konuşması yaptılar.
Yürüyüş Berlin Cem evi İnanç Kurulu Başkanı Musa Gönül Dede” nin gülbangini verdiği Semah ile başladı. Yol boyunca sloganların atıldığı ve deyişlerin söylendiği yürüyüş Oranienplatz’da sonlandı. Oranienplatz’da Hüseyin Doğan, Anıl Sarpkaya, Seyit Doğan ve Anıl Aksu kısa bir dinleti sundular. Etkinlik Moderatörlüğünü İsmail Erol, Halit Büyükgöl ve Ercan Atmaca arkadaşlarımız yaptılar.
—————
*“30 yıl evvel bir kez daha Bilime, sanata, şiire, türküye saldırdılar, yaktılar.
Kardeşçe barış içinde yaşamayı beceremeyenler çürümüş zihniyetin temsilcileri, bugün de Kin ve nefret söylemi ile kendinden başkasının varlığına tahammül edemiyorlar. Ayrıştırmaya, yok saymaya ve katletmeye devam ediyorlar.
Laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti temelinde eşit yurttaşlık talep eden Kurumlarımızın altını boşalmak adına cem evleri ve derneklerimizi kendi Alevi inancını deforme, özünü kaybetme, Aleviliği bir yerlere bağlama, yedekleme, bölüp, parçalama gayreti içindedirler.
Biz bu katliamda sorumlu olanları, katilleri serbest bırakanları ve davayı zaman aşımına uğratanları affetmiyoruz, affetmeyeceğiz!
Dersim TERTELE 38 ́i, Sivas 93 de ve tüm katliamlara adalet istiyoruz!
Travmaların bizde yarattığı acılar tazeliğini koruyor. Yitirdiklerimizin anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.”
———————
*FDG adına yapılan konuşmadan kısa notlar.
2 Temmuz 2023 Berlin

Sılo Qız

Sılo Qız

Sılo Qız

Dersim’in sözlü tarih çalışmalarını yapan Yazar Cemal Taş, yaşamını yitiren Halk Ozanı Sılo Qız’ı yazdı.

Cemal TAŞ *

Kutsal ziyaretlerin, yerin göğün, çağlayan suların, dağların, tepelerin kutsal sayıldığı topraklarda barışın, özgürlüğün, eşitliğin topraklarında… O toprak ki, börtü-böceğin, bin bir çiçeğin, ağaçların, kuşların, evcil ve yabanıl hayvanların, halkların birbirine dost bilindiği topraklarda doğdu Sılo Qız. Kırmanciye toprağında.

Sılo Qız’ın büyük annesi; çok meraklanır, ister ki çocukları sair (Kılam besteleyen söyleyen ozan, aynı zamanda ağıtta okuyan) olsun. Senenin birinde 21 Mart’ı bekler; bekler çünkü yerel halk o gün bütün ağaçların, dallarını yere eğip kutsal toprağa secdeye duracağını, yazmasını o daracık zamanda ağacın üzerine atıp dilek dileyenin dileğinin gerçekleşeceğine inanır. İşte o gün büyükannesi gidip poşusunu eğilen ağacın tepesine atar, ondan dilek diler, der ki: “Dileğim odur ki, benim evlatlarım ve torunlarım sair olsun”

Dileği kabul olur, oğulları, torunları hep sair olur. Kemane ustası olurlar, öyle ağıtlar yakarlar ki insanların yüreklerini dağlarlar. Büyükannenin Mılu köyünde ki oğlu Süleyman’ın da bir oğlu dünyaya gelir. Doğan çocuğa babasının adını verirler, O da; “Silemano Qız” yani küçük Süleyman olarak anılır. Annesi Saxanıme de Usenê İbrahimi’nin kızıdır. İbrahim de Usenê Ana İsme’nin oğludur.

Baba Süleyman; oğul Süleyman’ın elini çocuk yaşta tutar, beraber düğünlere götürür ki, o da kemane öğrensin. Sılo Qız/Oğul Süleyman’ın eli beşinci yaşında kemane tutmaya başlar. On yaşına ayak bastığında babasını kaybeder. Babasının izini takip eder, sair olur. Hem de öyle bir sair olur ki yeteneğiyle insanları şaşkına çevirir. Çocuk yaşıyla tek başına düğünleri şenlendirir.

Yıllar geçtikçe, Sılo Qız’ın şöhreti Dêsım’in dört bir yanında yayılır, tanınır.

Artık Dersim’de bir şair vardır, lakabı küçük manasına gelse de, namı-şanıyla büyük bir ozandır…

’38 Tertelesi kapıya dayandığında gençlik yıllarıdır Onun… Zalim bir el Dersim’de taş üstünde taş bırakmaz. Sılo Qız keman çaldığından hayatta kalır. Onun deyimiyle Kırmanciye devri bitmiştir. Artık Tertele ağıtlarını yakıp söylemek payına düşmüştür… Düğünün de, aşk ile sevdanın da, dünyanın da tadı tuzu kaçmıştır…

Kırmanciye Tarihi, dili, kültürü, inancı ile ilgili günümüze kalan ne varsa bu ozanların dili ile bugünlere ulaşmıştır. Günümüz ozanları içinde hem yaş hem birikim bakımından en büyük ozan Sılo Qız’dır.

Ap Sılemana sormuştum, Kırmanciye gençliğine öğütün, nasihatin nedir diye:

“Kimin ile kardeşlik yaparsanız
kimin ile yoldaşlık ederseniz
arkadaşınızı iyi tanıyın..
ekmeği ikiye bölüp, büyük dilim kendine, küçüğü size veren ile
kardeşlik yapmayın… kardeşlik eşitliktir..
Şu dört günlük dünyada da asla kötülük düşünmeyin” demişti.

Ap Sıleman;

Hak’a yürüdün. Katarımızdan koptun ama, sesin-sözün, nasihatin, mirasın, seni asla kutsal toprakların katarından koparmayacaktır. Geride dünyalara bedel bir hazineyi miras bıraktın bizlere… Halkımızın başı sağolsun.

İzini kaybetmeyeceğimizi bilesin. Anın önünde saygıyla eğiliyorum Ap Sıleman.

Işıklar içinde uyu.

*Dersim Sözlü Tarih Araştırmacısı-Yazar

İskân Kanunu, sürgün ve “af” sorunsalı

İskân Kanunu, sürgün ve “af” sorunsalı

İskân Kanunu, sürgün ve “af” sorunsalı

“AF” ve “İSYAN” söylemlerini dilimizden söküp atalım. Toprağa kefensiz düşen atalarımızın kemiklerini sızlatmayalım; ayıptır, günahtır!

Sosyal medyada paylaşın

Şükran Lılek YILMAZ

Doğduğumuz coğrafyada, yakın bir zamana kadar bırakın doğum günlerini, yılın dahi bir önemi yoktu. Sadece erkek çocuklarının askerlik gibi resmi yükümlülüğü nedeni ile doğum yılı önem arz ederdi, o da daha çok birkaç yaş küçük yazdırılarak çözülürdü ki erkek çocuklar askere gidinceye dek iş gücüne katkıda bulunulsun istenirdi.

Yazı dili olmayan bir kültürel topluluğun üyeleri olarak sözlü aktarım geleneği önem arz ettiğinden tüm önemli anlar da bulunduğu anın toplumsal olayları ile tarihlendirilir. Dolayısıyla çocukların doğum tarihleri de doğdukları anın özel durumları ile özleştirilir ve bu şekilde gelecek nesle aktarılırdı. Örneğin doğum yapan kadınlar çocuklarının doğumlarından bahsederken “Roce Xızır bi/Xızır oruçlarıydı”, “Waxtê cünun bi/Harman zamanıydı”, “Piye to eskeriye de bi/Baban askerdeydi”, “A serre 4 m. vorı vare/O sene 4 metre kar yağdı” diyerek zamanı tarihlendirilir.

Tarihlendirmede kullanılan toplumsal olaylar sıradan olabileceği gibi o toplumun hafızasında onarılmaz derin yaralar açmış olan travmatik olaylar da olabilir. Örneğin; Dersim kırımı, sürgünlerin memleketlerine dönmesi, askeri darbe vb. Genelde yaşandığı dönemin anlatımı ile şekillenen ve toplumsal hafızayı oluşturan bu bilgiler nesilden nesile aktırılırken elbette tarihsel bağlamında, koşullara göre değişime uğrar. Olayların yaşandığı dönemden uzaklaştıkça ve bilginin yeni şekliyle kayda alınması, örneğin sözlü anlatımdan yazılı anlatıma geçilmesi ya da değişen sosyal ve siyasal koşullar ister istemez bilgiyi de değişime uğratmaktadır. Bilgideki bu değişimler sözcük bazında olabileceği gibi olaylara ait yazılı döküman ve arşivlerin ortaya çıkarılması ile olayların tarihsel gelişimi bazında da olabilir.

Örneğin, 1938 Dersim Tertelesi’nde o kadar yoğun devlet propagandası yapılmıştır ki bugün sadece tüm Türkiye değil Dersim’in önemli bir kısmı da Dersim’de isyan olduğuna inanır. Oysa günümüzde yapılan araştırmalar sonucu ve bazı arşivlerin ortaya çıkışı ile “Dersim isyanı” yerine bir soykırımdan bahsedilmesi gerektiğini biliyoruz. Aynı zamanda Dersim’de bir çok yaşlı bireyin hafızasında; “Devlet af çıkardı, sürgünler köylerine döndü” söylemi öyle güçlü yer alır ki devletin yürüttüğü bu güçlü propagandalar sonucunda Dersimlilerin çoğu atalarının gerçekten “isyan ettiği” için katledilmeyi hak ettiğine, sağ kalanların ise sürgünle cezalandırıldığına inanırlar.

Dersim’de sürgünlerin yurtlarına dönmesi “AF” olarak dillendirilse de gerçekte; 1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunu ile sürgün edilen insanların, yine aynı kanunda 1947 yılında 5098 sayı ile yapılan değişiklikle köylerine dönebilme yolunun açılmasıdır. Ve böylelikle Türkiye’nin dört bir yanına sürülen Dersimlilerden bir kısmı 1947 yılında ana yurtlarına dönebilmiştir.

2013 yılında bende oluşan bu farkındalıkla olsa gerek, Dersimli olsun olmasın; araştırmacı, yazar veya aydınların “Af çıktı, sürgünler köylerine döndü” sözünü kullandıkları dikkatimi çekiyor.

Oysa nasıl “Dersim isyanı” yerine Dersim Tertelesi ya da Dersim kırımı diyorsak ‘’AF’’ sözünü de kullanırken dikkat etmeliyiz. Zira eğer biz, atalarımıza yapılan zulmün ardından “Çıkan afla sürgünler köyüne döndü” demeye devam edersek TC Devleti’nin, ulusal ve uluslararası arenada sürdürmeye çalıştığı “Dersimliler isyan etti, biz de bastırdık” söylemini kabul etmiş oluruz. Bunu yapmayalım, “AF” ve “İSYAN” söylemlerini dilimizden söküp atalım. Toprağa kefensiz düşen atalarımızın kemiklerini sızlatmayalım; ayıptır, günahtır!

Sosyal medyada paylaşın

Dersim’e “DEVA” olabilmek

Dersim’e “DEVA” olabilmek

Dersim’e “DEVA” olabilmek

Cihan Söylemez

av.cihansoylemez@hotmail.com

04 Aralık 2020

Türkiye’nin senelik rutin haberlerinden biri de, Dersim 1937-38’de yaşanan insanlık suçlarının çeşitli anma günleri vesilesiyle karşıt görüşler arasında tartışma yaratmasıdır.

“Dersim Meselesini” ana eksende tartışan iki büyük tarihselci kutup var ülke de; Resmi Türk Tarihçiliği ve Kürt Tarihçiliği

Bu iki kutbun devasa bir seçmen desteği yanı sıra devasa bir medya desteği var. Haliyle de ana gündem genelde iki kutbun ideolojisi doğrultusunda şekillenen ve bir kısır döngüye hapis olan bir seyirde her sene sürüyor.

Sonuç mu ? Elinizde ne olursa olsun, o sıfırla ( 0 ) çarpılıyor ve ortaya onca yıllık tartışmaya rağmen yol kat edilebilen bir durum çıkmıyor.

Ve gelinen noktada gündemi, magazinsel olarak “ Yıldız Tilbe “ dahi belirleyebiliyor. Ülke de insanlar “ Dersim” meselesi üzerinden “ Yıldız Tilbe taraftarları” ve “ Yıldız Tilbe Karşıtları” diye ikiye bölünüyorlar.

Peki meselenin odağında olanlar, mağdurlar

Bugün TBMM Dilekçe Komisyonuna benim hazırlamış olduğum dilekçeleri gönderen binlerce mağdura, TBMM tarafından cevap verilmiş değil. Gazeteci-Yazar Yalçın Doğan’ın “ Savrulanlar Dersim, 1937-1938 ve hatta 1939” adlı kitabını okuyanlar, bir hukukçu olarak benim bu konuda ki magazine dayanmayan, popülizmden uzak ve sonuç almaya odaklanmış yaklaşımımı çok daha iyi anlarlar.

Seyit Rıza’nın mezar yeri davasının savcılık soruşturması
Seke Sure Toplu Mezarının Açılması davası
Hüseyin Akgün’ün Devlet Bahçeli’ye karşı açmış olduğu tazminat davası
Türk Solu Dergisine karşı açılan ceza davası
Hüseyin Akgün’ün aile fertlerinin katledildiği toplu mezarın açılması davası…

On seneyi dolduran meslek hayatımda hukuk, demokrasi ve tarihle yüzleşme adına yürüttüğüm mücadelenin bir sonucu olarak tüm bu süreçler arşivimizde duruyor. Prof. Dr. Şükrü Aslan’ın “ Hozat” adlı kitabında hukuksal olarak bu konular tarafımca yazılan bir makaleyle de okuyucuyla buluştu.

Tüm bu hukuksal süreçlerde sosyolojik olarak gördüm ki, “ Dersim” adına hareket eden bin bir grup ve bin bir ses vardı. Bu seslerin sahipleri, birbirlerini dinlemek istemiyorlardı. Birbirlerine tahammülsüz ve fevriydiler. Bir acının etrafında bin bir fırkaya bölünmüş, ağlanacak hale gülünecek bir toplumsal vaziyet ne yazık ki gözler önündeydi.

Hukuk, sadece bir ideolojiye menfaat sağlıyorsa bu bin bir ses için önemliydi. Bu nedenle de popülizmden beslenen medya için “Hukuksal Mücadele” değil, meseleyi Arap Saçına döndüren siyasetçilerin, ne dediği önemliydi. Ve netice de gelinen noktada Dersim Meselesini, siyaset üstü ele alamayan, evrensel hukuka dayanmayan ve kimi zaman milliyetçi kimi zaman aşiretçi kimi zaman ezbetçi dar görüşlü grupların yarattıkları kaosu, başarısızlık hikayelerini başarı gibi basına gösteren müflis işleri izliyor ve kakafonilerini dinliyoruz.
Ve şimdi de Ali Babacan’ın üstü kapalı “ Dersim” mesajlarını basından okuyor ve izliyoruz. Deva Partisi, “ Dersim’e Deva Olacak mı?” bilemiyorum. Belki de “ Yıldız Tilbe, Deva Partisinde siyasete başlar ve iklim Yıldız Tilbe’nin Askerlerinin olur” diye gülüyorum, içimden…

Şair Yönüne Hayran Kaldığım Şair Kemal Burkay’ın “ Gülümse” adlı şiirinin mısralarını bir an hatırlıyorum.

“…Tüm şehir bana küskün
Bir kedim bile yok anlıyor musun
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.”

Evet, yine de gülümseyelim ve şairimizi dizelerinde yalnız bırakmayalım. Ve Dersim’in “ Devası” nedir, onu aramaya çalışalım. Ana medyadan yerel medyaya tüm muhataplarca… Arap Saçına döndürmeden, ideolojiye hapis etmeden, popülizmden uzak şekilde…””

Dersim’e “DEVA” olabilmek

Munzur’un feryadı…

Munzur’un feryadı…

Cihan Söylemez

av.cihansoylemez@hotmail.com

09 Ağustos 2022

Munzur’dan bir ağaç şöyle dedi; Dumandan, boğulmak üzereyim. Hem benim dallarımı-gövdemi kesip hem gölgemden istifade edip hem de beni boğuyorsunuz.

Munzur’dan bir balık şöyle dedi; Yine mi tiri-viri, ne zaman avlanma yasaklarına uyacaksınız? Suyun içinde bulaşık yıkayıp, kirli atıkları benim yaşam alanıma salıyorsunuz. Bira şişesini kafama atıyorsunuz. Dışarı başımı çıkaracak olsam hunharca bana saldırıp, beni yemek için hücuma kalkıyorsunuz. Kılçıkları mı pulları mı da kızartma yağınızla birlikte suya döküyorsunuz.

Munzur’dan bir kuş; Nefes alamıyorum. Piknik değil sanki Piknikçi yangını. Dumanda uçamıyorum. Yuvamı her gün gündüz terk edip, gece dönüyorum. 

Munzur’dan bir temmuz böceği; Kendi sesimi şu gürültü kirliliğinden duyamaz oldum.

Munzur’dan bir toprak parçası; Yine mi beton, yine mi kazma , yine mi iş makinası? Her gün bir yerden alınıp, bir yere savruluyorum. Üzerime beton dikmek için heveslenen üzerimden para kazanmak için uğraşan ne çok Adem oğlu var. 

Munzur’dan bir damla su; Hürriyetimden oldum yine, beni gözemden alıp, kanserojen plastik şişelere koyup, güneşin önünde sıcakta plastikte bekletip, tüm pozitif kimyamı negatife çevirip, sonra soğutup-içip, şifaa bulduğunu zannedenler ne komik? Ama ben özgür akmak istiyorum. Bir pet şişeye girip, insanlara şifaa yerine hastalık vermek istemiyorum. 

Munzur’da bir tavşan; Şu araçların sesinden çok korkuyorum. Bir kaç sene evvel bu kadar fazla araç bu yollardan geçmiyordu. Çıkardıkları egzoz dumanı, vadimin havasını kirletiyor. Gece far ışıklarından kaçamıyorum.

Munzur’da bir ayı; Tavşan kardeşe hak veriyorum. Şu araç yoğunluğundan su kıyısına inip yavrularımla su içemiyorum.Şu uzun tırlar benim korkulu rüyam. Bir yavruma bu tırlardan biri çarptı ve öldü. Vadide ki araç trafiğini kontrol eden bir Adem oğlu yok mu?

Munzur’da bir vaşak; İnsanlar köylerine yerleşmek yerine, eskiden yerleşik köylülerin aksine macera tutkusu ile benim bölgelerimde geziyorlar. Eskiden el değmemiş bakir ne yer varsa şimdi hepsi instegram fenomenlerinin sonu gelmez gezi güzergahında. Foto kapanı ayrı dert, kaçak avcısı ayrı dert. Su kenarlarına da inemiyorum.Sanırım göç edeceğim.

Munzur’da bir ziyaret taşı; Şu ziyaretime gelip niyaz edip murat dileyen ne çok Adem oğlu oldu. Eskiden fabrikasyon mumlar yakılmazdı, üzerimde. O eski insanlar nereye gitti. Onların doğal yollardan yaptıkları çılalar yandı mı, ben hiç rahatsız olmazdım. O eski insanların dua lisanları da bir başkaydı. Bana dokunup, ağlayıp, derdini bana anlatan o kadim Dersim lisanı Dersimce’nin yerinde şimdi yeller esiyor. Nene, torunu için Dersimce dua ediyor, torunu Türkçe dua ediyor. İkisi birbirini anlamıyor. Şu doğa ile dost eski insanların yerini şimdi onların soyundan olan ama ne huyu ne suyu ne de lisanı benzemeyen insanlar aldı, ya. Ama geçen bir çocuk geldi. Alnını, taşımın Çıla yanmış karasına sürdü ve Dersimce dua etti. Ben ne çok sevindim, buna şahit olan yakında ki bir başka ziyaret ağaç ne çok sevindi anlatamam. Bazen de üzülüyorum. Ziyaretimin yanı başında mangal yapıp, atıklarını benim etrafıma savuranlar da var. Beni yok sayan beni batıl gören Adem oğlu da var. 

Munzur’da bir keçi; Gözlerim kapandığına göre az sonra bir dilek için canımdan olacağımı biliyorum. Dağ keçisi olsaydım belki başka bir türlü yaşamım son bulurdu ama ben bu sona alışığım. Alışık olmadığım şey ise beni kurban edip, organlarımı Munzur’a atıp Munzur’u kirletenler. Benim kurban edilişim sonrası su kenarlarında öyle mide kaldırıcı iğrenç kokular oluyor ki, Adem oğlu bu kokuyu nasıl içselleştiriyor anlamıyorum.

Munzur’da bir kaplumbağa; Su içmek eziyet oldu bana. Ormandan su kenarına indiğimde her yerde Adem oğlunun olduğunu görüyor ve kabuğumun içine gizleniyorum. Kimden utanıyorum kimden korkuyorum ben? Burası benim yuvam değil mi?