Dersim Raa Heqi İnancı’nda mitolojik bir “Dewrê Xızıri/Hewtemal” anlatısı

Dersim Raa Heqi İnancı’nda mitolojik bir “Dewrê Xızıri/Hewtemal” anlatısı

Dersim Raa Heqi İnancı’nda mitolojik bir “Dewrê Xızıri/Hewtemal” anlatısı

Asmên Ercan Gür

aliyedemeniz@hotmail.com

26 Mart 2022

Xal Çelker: Neden ve ne zaman kutsal nesneyi, teberiki-ziyaareti çıkartırlar, ne yaparlar?

Nejdi Bava: Yeni yılın başı olan Gağan (aralık-ocak) ayında ve Hewtemal’da (mart) çıkartırlar. Gağan ayında Khalkek’in devri bitiyor. Khalkek’in eşi olan o kadının adı da Ğezaleke’dir. O senenin padişahı olan Khalkek’in adı da Gurzeleko’dur. O senenin padişahı olan Khalkek ölür ancak kadın kalır. Khalkek’in devri bu şekilde sona erince bu devri Xızır idare eder. Soğukkanlı hayvanlar bu kadının idaresi ve payına düşerler. Sıcak kanlı hayvanlar da Xızır’ın idaresi ve payına düşer. Kadın ile hayvanları derin bir uykuya dalarlar. Bulutlar gürleyince uyanırlar, yılan-kertenkele gibi sürüngenler ve börtü böcek bu uykudan uyanırlar.

Hewtemal’de (mart) börtü böcek-sürüngenler ve Pirke(1) uyanır. Havaya, suya ve yere sıcaklık düşer, dünya ısınır. arlık ve sıkıntılı günler geride kalır. Ağaçlar secdeye gelir(2), yeşerir ve yaşam canlanır.

Gağan (aralık-ocak) ayından ta mart ayına kadar devir (yaşam), Xızır’a emanet edilmiştir. Ne zaman ki Hızır-Xızır gelip ağacın dibinde oturur, ağaç yeşillenir, onadan sonra hayatı ve yaşamı idare etmek için yeni senenin padişahı-idarecisi gelir. Bu zamanda artık cem-cemaatler sona erer, insanlar gelecek senenin Gağan ayına kadar işlerine ve güçlerine koyulurlar.

Xal Çelker: Pirim; sen baba Khalke’in anlattığında orada, o Khalkek oyunundaki(3) Arap karekterinin batıni inançta, batında yeni padişah olduğunu söylemiştin. Bu olay nasıldır, bunu neden sadece Khalkek biliyor?

________________________
(1) Dersim masal anlatısı ve mitolojisinde yaşlı kadın-nine. (Çevirmenin dip notu.)
(2) Mart ayı olarak bildiğimiz Hewtemal’de, ağaçların yere secde ettiği ve bu şekilde canlandığına inanılır. Gerçekte ağaçların kök ve dallarına suyun yürümesi ve yeşermesi olayının başlangıcıdır.
(3) Gağan’da oynanan Khalkek oyununda, Khalkek, Fadike ve Arap olmak üzere üç karakter oyuncusu ve figürü vardır.

Nejdi Bava: Ne diyeyim; sadece Khakek biliyor. Senenin yeni padişahı ve paşası o Khalkek ile Fadike’nin yanında olan, onlarla oynayan Arap’tır. O ortadan kayboluyor ve o artık orada değildir. Gerçeği sorarsan o Arap ta değildir. Sadece yüzüne kara-is çalmıştır. Kendini saklamıştır. Senenin yeni padişahı o olacaktır. O Fadike’nin peşindedir. Eski padişahın ölmesine de sevinmektedir. Çünkü Fadike’yi alıp yeni senenin padişahı olmak istemektedir.

Xal Çelker: Fadike dediğimiz oyuncu ve karakter, bu dünyayı mı temsil ediyor?

Nejdi Bava: Evet; Fadike, bu dünyadır. Fadike bu dünyadaki konumunu ve makamını her zaman muhafaza edendir. Sadece kışın, sahibi olduğu börtü böcek, sürüngenler ile uykuya dalar.

Xal Çelker: Pirim sen dedin o üç ay padişahsız geçer, Hızır (Xızır) idareyi eline alıyor; öyle mi?

Nejdi Bava: Evet; Fadike uykudadır. O senenin padişahı da yoktur. Ancak bu devir sahipsiz kalmaz. Xızır bu devrin idaresini üstüne alır. Bu sebeple bu kış ayları “Xeylas-i” olarak isimlendirilir. Bu aylardan kışın ortanca ayı (ocak) zaten Xızır-Hızır ayıdır. Hızır, dağda, taşta, denizler ve deryada, fırtına ve boranda devamlı suretle yardıma koşandır, hazır ve nazırdır. Ta ki kış uykusuna yatan hayvanlar uykudan uyanıncaya kadar, yeryüzündeki canlılar darlıktan kurtuluncaya kadar yeni padişah dünyaya gelinceye kadar yaşamı Hızır idare eder. Bu zamandana sonra da Hızır idareyi yeni senenin yeni gelen padişahına devreder.

Fate-Fadıke’nin bu dünya olduğunu söylemiştik. Her devirde o seninin idarecisi olan paşa-padişah gelip gider. Ancak adı Ğezalıke olan Fadıke her daim yerinde durur.

Xal Çelker: Pirim; padişahın biri de Sultan Süleyman’dır. Sen bana Sultan Süleyman’ın masalını anlatmıştın. Bu konuda ne diyorsun?
Nejdi Bava: Bu masal çok uzun bir masaldır. Sağolsunlar pirlerimiz bu masalı bize anlatırdı. O kültür pirlerin nazarında, pir talip ilişkisinde dile gelir ve sürdürülürdü…(4)
*
Kutsal Günler:

Xal Çelker: Pirim bize biraz da kutsal günlerimizden bahseder misin?

Nejdi Bava: Evet bizim kutsal günlerimiz (ibadet günlerimiz) Gağan (Aralık-Ocak)(5) ayından başlar. Derler ki, “Gağan ayında günler kısalık yönünden armudun sapına benzetilir.” Gağan sonrası da Xızır-Hızır ayıdır. Dört hafta Xeylaşi (Şubat) zamanıdır ve ondan sonra da Hewtemal (Mart) zamanıdır.

________________________
(4) Bu masalı, bu aktarıma kaynak olan Kırmancki eserin 270. sayfasından itibaren okuyabilirsiniz.
(5) Yeni Miladi takvime göre 13 Aralık ve 13 Ocak arası Gağan ayıdır. Dersimlilerin “Hesavê Khan” dediği bu eski Rumi takvim ile bu yeni Miladi takvim arasında 13 günlük bir fark olduğundan.

 

Ben sana Musa’dan bahsetmiştim. Musa, mağaradan döndüğünde isterki elinde emanet olan Xızır’ın asasını kendisine teslim etsin. Ancak yaşlı bir adam (dede) donuna girmiş Xızır’ı yerinde göremeyince, elindeki asayı bir kayaya yaslayarak yoluna devam eder. Ama asa arkasından seslenerek der, “Bu Xızır’ın emanetidir.” Musa döner asayı eline alır o şekilde tekrar yola koyularak der, “Nasıl olsa bir yerde bana denk gelir. O zaman bu emaneti kendisine veririm.”

Artık nereden gidiyorsa, bir daha Xızır’ın keramet gösterdiği bir olay ve olguya denk gelir. Bakıyor ki ormanlık bir alan yanmaktadır. Bu yanan ormanlık alanda şilan ağacı (kızılcık) “Ya Heq” diye Hak’ka seslenmektedir. Musa bu duruma şaşkınlıkla şahit olur. Musa der, “Hiç olmazsa ben bu kızılcık ağacından bir çubuk-asa çıkartıp birlikte götüreyim. Öyle ki bu kızılcık ağacının neden Hak’kı çağırdığını öğreneyim.”

Çubuğu yanına alıp götürüyor. Hewtemal (mart-bahar) zamanıdır. O çubuğu bir dervişe verir, Hızır’ın asası da kendisinde kalır. Dewres eve a uşire mıleti onceno şilane ro/Derviş o kızılcık ağacını insanların altından üstünden geçirir. Böyle yaparak kötülüklerin ve hastalıkların insanlardan uzak kalmasını diler. Hewtemal’de ilk hafta (7 Mart gibi, ilk Çarşamba) hava ısınır. (Sojia sure kuna bıne hardi/Kızgın sac toprağın altına girer.) İkinci hafta su ısınır ve üçüncü haftası yer ısınır. Newe Marti (Rumi 9, Mialdi 21) ise yeni senenin başlangıcıdır. Hewtemal, Newe Marti, Newroz-Nevruz; bu zamanı her toplum ayrı ayrı isimlendirip mana kazandırmıştır…

Xal Çelker: Pirim sana zahmet o Herzem meselesini konuşabilir misin? Sen, Herzem’de çobanın saçının olduğunu…

Nejdi Bava: Artık günler uzamaya başlıyor. Bacalar temizlenir. Evin çobanının saçları bu bacaların ve ateşin önünde kesilir. Yayıklar temizlenir ve hazırlanır. Süte ilk maya atılır. Ağıllar temizlenir. Sabahın erken bir vaktinde çeşmelere ve nehirlere gidilip eve su getirilir. Bu sular evlere ve ağıllara serpiştirilir, çocuklar bu kutsal suyla yıkanır. Buğday taneleri suya konulur. Bu tanelerden bereket getirmesi için bir miktarı ağıllara ve tarlalara bırkılır. Bir miktarı da çeme suyuna bırakılır. Yine bir miktar horoza yemesi için verilir.

Xal Çelker: Neden horoz? Bu horoz nasıl bir horozdur?

Nejdi Bava: Derler ki bu horoz gökyüzünün horozudur. Onun da bu buğday tanelerinde nasibi vardır. Ve yine derler ki “Horozların piri gökyüzündedir. O ötünce yeryüzündeki tüm horozlar ona uyup ötmeye başlarlar. Ben Kırmancki bir beyitimde (şiir-deyiş) şöyle diyorum:

• “Vengo zınge de/Tari u tenge de/Hay u hengame de/Veng da Xızıri. Tiji fista ra/Uğe esta ra/Vas de usta ra/Destê Xızıri. Niyazê Gağani de/Dikê Asmêni de/Tewt u dewresê cemi de/Veng da Xızıri.”

Kardeşime söyleyeyim; baharda bulutlar gürlediğinde de derler ki:

• “Rızqê mı Hardo Dewrês ra, nesibê mı Asmêno Khewe ra/Rızkım kutsal yeryüzünden, nasibim mavi-yeşil gökyüzünden.”

 

Qawaxa Dewezanu (Üç ayaklı Demirin Kavağı): (6)

Bu Khuresuların (Kureyşan) köyünde bir kavak ağacı vardı. Bu kavak ağacını Khuresular zamanında dikmişler. Çok güzel bir ağaçtı. 1965 senesinden sonra yavaş yavaş kurumaya yüz tuttu. Kimse bu ağacı koruyamadı. 

Anlatıya göre, kadınlar gidip bu kavak ağacının altında rovar-banyo yaparlar. Bava ve pirler cem bağladığında bunlar dewezanı-ateşe konulan üç ayaklı demiri orada bırakıp gitmişler. Sabah kalkıp bakmışlar ki bu dewezan (üç ayaklı demir) kavak ağacının ucunda takılı bir halde durmaktadır. Elbette bu duruma şaşrımışlar ve demişler, “Bu dewezan burada ağacın altındaydı; nasıl oldu da bu ağacın en üstteki uç dalına bu şekilde takıldı kaldı?” Bu durumu köylülere sormaya gitmişler. Onlar da köyün yaşlılarına sormuşlar. Köyün yaşlıları şöyle cevap vermiş:

– Sene yenilenmiş, ağaçlar yere sejde-secde etmiş. Bu kavak ağacı da yere secde etmiş. Ağaç secde edince bu dewezan ağacın dalına takılmış ve ağaç düzelince dalıyla birlikte yükselmiş. Bundan ötürü bu kavak ağacına ‘Qawaxa Dewezanu’ derler.”

Gağan, Xeylaşi ve Hewtemal, hepsi birbirine bağlı bir zaman diliminde (üç aylar) gerçekleşir. Bu bir sistemdir. Bu günler, Dersim halkı için önemli ibadet günleridir. Bu günlerde oruçlar tutulur, Cem bağlanır. Pirler, talipler, aşiretler, kirveler, musayip-sağdıçlar birbirlerini ziyaret ederler…

*
________________________
(6) Şöminelerde kullanılan üç ayaklı demirin Hewtemal (yeni sene) ile bağlantılı hikâyesi.

Hewtemal, Newe Marti, Newroz:

Xal Çelker: Pirim sen dedin, Gağan, Xeylaşi ve Hewtemal hepsi birbbriyle bağlantılı bir sistemdir. Bunların içinde Hewtemal’in yeri ve önemi nedir?

Nejdi Bava: Gağan’dan tut ta Newe Marti’ye(7) kadar olan süre Dersim ibadet silsilesinde önemli bir ibadet devri ve dönemdir. Yeni Miladi takvime göre “Gağan” senenin başıdır. Ancak eski Rumi takvime göre de, bizim eski hesabımıza göre de yeni yıl Newe Marti’dir.(8) Hewtemal’de yani Newe Marti de dünya değişir, dönüşür kendisini yeniler. Gece gündüz eşitlenir, gündüzler uzamaya başlar. 

Yeni takvimde Mart ayının 21’ine denk gelen bu haftanın Cuma günü kadınlar, kızlar, gelinler veya ev sahipleri sabah erkenden kalkarlar çeşmeye ve su başlarına giderler.Yanlarında da birazcık arpa veya buğday taneneri götürürler. Derler ki, “Bu kutsal ve mübarek günde çeşmelerden ve nehirlerden çok erken bir vakitte ilkin evliyaların suyu akar. Bu su, akıl, izan idrak ve feraset suyudur.”

– Ben sabah erkenden gidip bu suya yetişeyim, bu suyu alıp eve getireyim!..

Çünkü ondan sonra diğer mahlukatın suyu, cin perilerin suyu akacakatır. İnsanlar böyle erken bir vakitte gidip elindeki bu buğday ve arpa tanelerinden bir miktar suya atarak şu şekilde dua ederler:

– Rızqê mı Hardo Dewres ra/Nesıvê mı Asmênu Khewe ra. (Rızkım kutsal yeryüzünden, nasibim mavi-yeşil gökyüzünden.) 

Bu sudan alıp eve getirirler. Teberik-ziyaret suyu addedilen bu suyu getirip eve ve hayvan ağılına serpiştirirler, sağlık ve sıhhat getirmesi için çocuklara çimdirirler. Sonra o suya koydukları buğday ve arpa tanelerinden de bir mikratırını rızk ve bereket getirmesi için hayvan ağılına, admın üstüne atarlar. Bir miktarını da getirip horoza verirler. Buna “Hevzanê Usari (Baharın Daneleri)” derler. 

Xal Çelker: Burada çoğalmak; bereket var, öyle mi?

Nejdi Bava: Hevza, hevzano, yani hevo zeno. (Dane, danlerin doğurması ve çoğalmasıdır.) “Hevzanê Usari”, yani “Bahar Bereketi” demek. Sonradan bu daneler yeşerir ve tekrar daneye durur. Buna da “Hevzanê Amnoni (Yaz Daneleri)” derler. Sonra “Hevzanê Payiji (Güz Daneleri) ve kış mevsimi. Bu dördünê “Tawê Serre (Senenin dört mevsimi)” denilir. Ve sene, bu şekilde mevsimler ile tamamlanır…

________________________
(7) 13 Aralık ve 21 Mart tarihleri arası.
(8) “Newe”; Kırmancki dilinde hem dokuz, hem de yeni anlamına gelmektedir. Eski Rumi takvime göre de 9 Mart, yeni takvimle gece ve gündüzün eşitlendiği, günlerin uzamaya başladığı “21 Mart” tarihine denk gelmektedir. Çünkü eski takvim ile yeni takvim arasında 13 günlük bir gecikme, geriden gelme vardır. 

Türkçe çeviri:

Asmên Ercan Gür (aliyedemeniz@hotmail.com)

Kırmancki kaynak eser: 

Xal Çelker (Hasan Dursun) Nejdi Bava’de Raa Heqi Sero Mobet/Pir Mahmut Yıldız ile Raa Heq Üzerine Sohbet. Hard u Asmên Yayınevi. Ludwigshafen-Deutschland; 2020.

Görsel:

İsmail Ateş

“Raa Heq u Oli” dedikleri…

“Raa Heq u Oli” dedikleri…

Hemşerimiz, yazarımız sevgili Remzi Aydın’ın “PİRO” adlı romanını okuduğum şu günlerde, bizim hanım geleneklerimizin gereği olan, “Xêrê merdu-ölülerin hayrı” için Kuran okutmaya niyetlendi. Bu niyetine binaen Yeter xanıme-hanım evde gereken tüm hazırlıklarını yapmaya koyulurken, bana da Kuran okutacak hocayı bulup getirme işi düştü.

Bunun için köyden tanıdığım Derviş Cemal Ocağı’ndan Pir Alişan Dede’nin yanına vardım. Durumu kendisine anlattığımda, sağ olsun pirimiz anlayış göstererek çıkıp benimle gelmekte bir an bile tereddüt etmedi. Bu şekilde birlikte yola koyulduk ve eve vardık…

Eve vardığımızda, ev ortamında bir kaç kişi daha vardı. Karşılıklı hal hatır sorduk. Bir müddet sonra da muhabbetin kapısı iyiden iyiye aralandı. Nasıl olduysa insanlar, bir bir geçmişe dönük anılarını anlatmaya koyuldular. Böyle olunca, bir mutluluk bizi sarıp sarmaladı; öyle ki anlatılan anılar karşısında adeta büyülenmiştik.

Dersim Raa Heq-Xızıri inancında, bir ziyaret mekanında, Gağan (aralık-ocak)zamanında niyaz-göme, çıla ve dualar ile yapılan bir ritüel.

Anlatılanlarla birlikte gülüyorduk da. Ancak gülmekle birlikte bir taraftan da hüzünleniyorduk. Çünkü Dersim-Vacuğe-Mercan’a dair o eski günlere geri gittik. Sanki hep birlikte o geçen zamanı geri getirmişçesine, o zamanı tekrardan yaşıyorduk. Sohbet böylesi büyüleyici bir atmosferde sürerken, bir ara sözü Mahmut Coşkun aldı:

“Bizim köyde bahar sökümü başlamıştı. Mansuran Mezrası’nın yamaçları artık iyiden iyiye yeşermişti. Mal davar yabana gider, otlanır geri gelirdi. Keçilerin, koyunların sağım zamanı gelmişti. Hanım sağımdan sonraki sütü mayalamak istiyor; fakat süt bir türlü maya tutmuyordu. Her seferinde süt bozuluyor ve ziyan oluyordu. Bu arada keçilerin yavruları-gıdikler tek tek ölüyordu. Hanım, üzüntülü bir halde bana; ‘Görmüyor musun başımıza geleni! Ne duruyorsun? Var git Hesen Xeyri’ye! Onun nefesi keskindir. Belki bir çare olur…’ diye.

Ben de tüm bu olan bitenler karşısında çaresiz kalmıştım. Bu sebeple bir sabah erkenden köyümüz Mansuran’dan yola koyuldum. O bizim yamaçları aşıp bir sırta vardığımda, Saverdi-Şahverdi Köyü karın içinde gömülmüş bir halde gözlerimin önünde belirdi. Zavallı köy! Bu baharın söküm ettiği günlerde bile hala karı-kışı yaşıyordu; insanlar halen karın kışın içerisinde bocalayıp duruyorlardı. Yalnızca güneye bakan Mercan Dağları etek ve yamaçlarındaki toprak yer yer kahverengiye dönmüştü. Fakat bu köyde topraklar kış uykusunda, hala karın altındaydı…

Hem yürüyor hem de çevreyi ve olan biteni gözlemliyordum. Bu duygu ve düşüncelerle köye doğru hızlı adımlarla ve sıklaşan nefesimle yol almaya devam ediyordum. Bu arada kendi kendime de söylenip duruyordum. Keza, bazı kaygılar taşıyordum. ‘Acaba ne olacak?’ diye. Devamlı suretle zihnimi yoran ve ardı gelmez buna benzer sorularla gittikçe köye yaklaşıyordum. Bu koca dağ başlarında, bu ıssız ve derin vadilerde başkaca da çare yoktu. Söz konusu olan yılların emeği, çocukların nafakasıydı…

Bir süre sonra ve nihayetinde köye, Hesen Xeyri’nin evine vardım. Hesen Xeyri’nin oturduğu evde, köydeki diğer o güzelim evlerin yapımında zamanında çalışmışlığım vardı. Önceleri Hüseyin Sedef ustanın yanında işçi olarak çalışıyordum. Bir gün Hesen Xeyri beni yanına çağırdı: ‘Gel!’ dedi. ‘Gel de sana el vereyim!’ dedi… Şaşırmıştım; ‘El vermek de ne anlama geliyordu?’ diye. Bana dedi ki; ‘Eline bir mala, bir de çekiç al ve yanıma gel!’ Dediklerini harfiyen yerine getirmeye çalıştım. Sonra elimi avuçlarının arasına alıp, dudaklarının arasında bir şeyler mırıldanmaya başladı. Bu yaptığı birkaç dakika kadar sürdü. Tuhaf duygulara kapılmıştım; üstümde bir ferahlık, bir esinti hissettim. Sonra, elimi bıraktı ve bana; ‘Var git; sen bundan sonra usta olarak çalışacaksın!’ dedi. O günden sonra duvar ustası olup çıktım…”

1970’li yıllar; Dersim-Ovacık-Mercan-Saverdi köyü.
İşte; böylesi anılarımızı anlatarak o günleri adeta geri getirmeye çabalıyorduk. O günleri, o sevdiklerimizle tekrar yaşama çabası içerisindeydik. Sohbet, bu havada sürüyordu…

“Hesen Xeyri’nin de evinde de bir terslik yaşanıyordu. Söğüt ağaçların incecik dallarını soyup davara yem olarak hazırlıyorlardı. Bununla birlikte koçen-ince meşe dalları ve budakları kırıyorlardı. Eli bıçak tutan, incecik dalları soymasını bilenler, koçen yığının etrafında kümelenmiş konuşuyorduk. Uzun ve zahmetli bir yol geldiğimden bayağı da acıkmıştım. Bir ara evin khevanisi-evin aşçısı-evin hanımı Altun hatunla göz göze geldik. Altun hanımın kalkıp da bana yiyecek bir şeyler hazırlama niyeti pek yoktu.

Onun da tadı-tuzu kaçmıştı; beti benzi soluktu. Bir ara nasıl olduysa kendisine; ‘acıktığımı’ söyledim. Bu feryadımı duyan Altun hanım, bu durumumu düşünememiş olmasının mahcubiyetiyle dunıke-mutfaktan aldığı tavanın kulpundan tutup lozıne-ocak-şöminenin başına vardı ve yiyecek hazırlamaya koyuldu. Bu işi yaptığı esnada da bana, gelişimin sebebini sordu:

‘Bıra, xêro; tu çınayre nia vejiya ama-Kardeş, hayırdır; sen ne için böyle çıkıp geldin?’ Bu sorusu üzerine, ben de durumu kendisine anlattım. ‘Gidikler tek tek ölüyor. Süt maya tutmuyor. Eşim de dedi ki; ‘Var git Hesen Xeyri’ye! O şifasını bize gönderir…’ Bu sözlerim üzerine koyulduğu işten bir anlığına doğruldu ve yüzüme tebessümle bakarak şöyle dedi:

‘Teww; bara ye Heq mare husk vo. Ala nu qesewo ke tu vana. Xerê êy ke bıvo, xore benu; bıra bıra! Hêq bo ke bıjekê maki mırene. Ala tu ki seweta çık ama- Tey; o payımıza düşen Hak’kın hakkı bize düşmez olsun. Hele senin bu söylediğine bak. Onun (Eşi Hesen Xeyri’yi kast ediyor.) bir hayrı olsa kendisine olur. Odur bizim keçi yavrularımız da tek tek ölüyorlar. Sen de bunun için gelmişsin ha!’

Altun hanımın bu şekilde şikâyet edercesine söylenmesine biraz üzülmüştüm. Bu sebeple bir an için de olsa umutsuzluğa kapılmıştım. Öte taraftan Hesen Xeyri’yi de tanımıyor değildim. Ona, bu yörede inanan çok insan vardı. İnananlardan biri de ben ve benim eşimdi. Neyse; bu kuşku ve kaygılar ile yemeğe (tavada kırılan tereyağlı yumurta-omlet) oturduk.

Hep birlikte ve bir suskunluk içerisinde yemeğimizi yedikten sonra, Hesen Xeyri duvardan bir kitap indirdi. Nasırlaşmış parmaklarını diliyle ıslatarak kitabın yapraklarını ağır ağır çevirmeye başladı. Bu arada birden çok dua okudu. Sonra, bir kâğıt eline aldı ve Arapça bir şeyler yazmaya başladı. Adamcağız bir süre sonra da başını kaldırarak bana baktı ve elindeki kâğıdı bana uzatarak:

‘De hayde; rawurze su. İşala cıra xêr vinena-De haydi, var git evine barkına. İnşallah şifasını bulursun!’ dedi. Bu halde koynumda sakladığım o kâğıtla yine zahmetli bir yolculuktan sonra evime vardım. Olan biteni eşime anlattım. Eşim, o gün sağılan sütü mayaladı. Süt, ertesi gün maya tutmuştu. Yoğurdu severek kaşıklıyorduk. Gidikler de artık ölmüyordu…”
*
Mahmut Coşkun bu anısını, sanki o eski günleri sanki tekrar yaşıyormuş gibi bize anlatıyordu. Ve bana, “Sen babandan neden el almadın!” diye bir de sitemde bulundu. Ben ise; “Bu yaşananları biliyor ve hatırlıyorum.” dedim. Bu yörede, bu yoksul, fakat inançlı insanların çaresizlik içinde dertlerine böyle derman aradıklarına çok şahit olmuştum. Ama nedense tüm bu olan bitenleri zamanında inandığım halde yeterince idrak edememiştim. Ancak içinde yaşadığım ve benim de bir üyesi olduğum toplumumun bu inanç, gelenek ve göreneklerinin çok geç farkına vardım…

Sol başta; Tornê Xelil Ağa’y-Hesen Xeyri.

Şimdilerde sevgili Remzi Aydın’ın “Piro” adlı eserini okuyunca, o gün Mahmut Coşkun’un babamla ilgili bu anıları aklıma geldi. Remzi üstadın Piro’daki anlatımlarında adeta kendimi ve Mahmut Coşkun’u buldum. “Piro” adlı eserde anlatılan mucizeler; “nefes, davranışlar, sevgi, ışık, zamansızlık ve mekansızlık, yokluk ve hiçlik” gibi kavramlarla bir bütünlük içine girdim.

Maneviyatı, ruhlarla hareket edebilmeyi, ruhları anlayabilme yolunda düşünmeye koyuldum. Demek ki atalarımızın ve bizlerin yaşadığı buymuş; adına Dêsim-Dersim denilen ve Raa Heq inancının yüz yıllarca sürüldüğü bu kadim coğrafyada. Bizim yaşadığımız topraklarda gerçekten Piro, Rayber, Ehl-i Kâmil diye anılan nice evliyalar, nice gönül adamları, nice ocakzadeler dile gelmiş; ikrar vermiş, ikrar almış. Gönül hoşnutluğu içinde insan sevgisini yaşatmaya çalışmışlar.
Kendimi Piro’nun nefesini takip eden, ondan bir şeyler öğrenmeye, el almaya çalışan romandaki o fotoğrafçıya benzettim.

Elbette babamın yaptıklarını ve bize anlattıklarını hatırladım. Rahmetli babam (Hesen Xeyri) her ne kadar bu romanda anlatılan Piro kadar etkili değildiyse de, bir yabani ayının yardımına koşacak kadar bir yüreğe sahipti. İyi haberleri ve kötü haberleri öneden kestirebiliyordu. Öyle ki kendi ve insanların akıbeti hakkında bile bir öngörüye sahipti.

Piro kadar hisleri kuvvetli olan, ışığın sırrına ermiş, tecrübesi olan, acıyı-zulmü gören ve buna mukabil merhameti, sevgiyi ve sabrı bilen, yokluğu ve kıtlığı yaşayan, Xızır’a ve Jiar-u Diyar’lara inancı olan, Raa Heq’e (Hak’kın-doğruluğun, adaletin ve ışığın yolu) göre yaşamaya çalışan, yeri geldiğinde bir küçük çocuğun önünden kalkmasını bilecek kadar da sevgi dolu ve hoşgörülü bir gönül insanıydı babam… .

İnsanlar ona, “Tornê Xêlil Ağay” derlerdi. Ve onun babasının ekmeği üstüne yemin ederlerdi: “Xızır vo; nonê Alağayi sero bo!” derlerdi.

Cafer Yüccer; Mercan-Saverdi köyü.

Babam, doksanlı yılların başında, 1994’te köyler yakılıp yıkılmadan bir yıl önce bir gün rüyasında; “Bu köylerin yakılıp yıkılacağını, insanların buralarda kalmayacağını ve bu çaresizlik içerisinde göç edeceklerini…” ağlayarak insanlara anlatmıştı.

Ve yıllar sonra anlattığı rüya ne yazık ki gerçek oldu. Keşke babam Hesen Xeyri o rüyayı hiç görmeseydi ve o yöre insanları o felaketi yaşamasalardı. Wele cıre xebere mevero; Heq u Oli rama xo pırovornu; roê xo werte gul u nuri de roştte bo!..

Cafer Yüceer caferyuceer@hotmail.com

Not: Bu anımı, Ercan Gür dostum ele alarak gözden geçirdi ve Kırmancki-Zazaki düzeltmelerini yaparak bana gönderdi. Çok beğendim. Ercan arkadaşımın bu konudaki yeteneğiyle bana katkısı benim için çok değerli. Sağ olsun, var olsun; iyi ki kendisini tanımışım…